İsrâ Sûresi 1. Ayet-i Kerime
İsra Sûresi, adını ilk âyetin konusu olan “İsrâ” olayından almıştır. “Geceleyin yürütmek” anlamına gelen “İsrâ”, Mîrac yolculuğunda, Hz. Peygamberin bir gece, Mekke’den Kudüs’e götürülmesini ifade eder. Sûrenin diğer bir adı da “Benî İsrâil Sûresi”dir. 26,32,33 ve 57. âyetler ile 73-80. âyetler Medine döneminde, diğerleri Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir.
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿١
Meali
“Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.”
Tefsiri
Peygamber Efendimiz, Mekke döneminde son derece çile ve ıstırap dolu bir tebliğ hayatı yaşamıştı. Cahiliye küfrü, inadı ve ısrarı içinde yalçın kayalar gibi sertleşmiş kalplere tesir edebilmek için uğraşıyordu. İlk vahyin gelmesiyle birlikte putperestlerin müslümanlar üzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risâletin 6. yılından itibaren Peygamber (s.a.v.) ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota dönüştü. Üç yıl süren ve büyük acılara sebep olan bu boykotun ardından Resûlullah, kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hâmisi Ebû Tâlib’i kaybetti, bu yıla hüzün yılı denildi. Belki bir sığınak, bir destek bulurum ümidiyle gittiği Taif’ten kovularak, taşlanarak, mübarek bedenleri yaralanmış ve ayakları kan içinde kalmış halde döndü. Hasılı dünyevi desteklerin bir bir yok oluşu, zahiren acizliğin ve çaresizliğin son noktaya gelişi, bâtınen ilahi lütuf, ikram ve yardımın en yüksek seviyede tecelli etmesine sebep olmuştur.
Rasulullah (sav) Efendimiz’in hayatında gerçekleşen önemli mucizelerden ve harikulade olaylardan biri, birbirini takip eden safhalar halinde meydana gelen “İsra” ve “Mirac”tır. İsra Suresi’nde hadisenin İsra kısmı, Necm Suresi’nde ise Mirac kısmı anlatılır. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber’den bilgiler nakledilmiştir.
İsrâ, bütün noksan sıfatlardan pak ve uzak olan Allah Teala’nın kendisine bir takım ilahi hakikatleri, delilleri ve ibretli olayları göstermek üzere kulu Hz. Muhammed (sav)’i bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alarak Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmesidir. “Mirac” ise Allah rasulü (s.a.v.)’in Mescid-i Aksa’dan Cebrail (a.s.) tarafından alınarak manevi bir binekle göklere çıkarılması, yedi kat semaya geçerek yanında “Cennetü-l Me’va”nın bulunduğu Sidre-i Münteha’ya ulaşması, Rabbinin huzuruna varması ve orada Allah’ın büyük işaret ve delillerini görmesi hadisesidir. Buharî ve diğer hadis kitaplarında sahih rivayetlerle rivayet edildiği üzere, Hz. Peygamber (s.a.v) Burak ile Beytü’l Makdis’e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin durumlarını gördü, Sidre-i Müntehâ’ya geçti, Allah’ın melekût âleminden bir çok acaib şeyler gördü.
Peygamber’in rabbine selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah’ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği “Tahiyyat” duasındaki diyalogun Mirac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’an’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında, insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a, içlerinden günahkâr olanlar –eğer affedilmezlerse– bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resûlü...” diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre Mi’rac’dan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet Hz. Peygamber Mekke’den ayrıldığı noktaya getirildi.
Ayet-i Kerime “sübhan” diye başlayarak, kuluna bu ikramda bulunan Yüce Yaratıcı’nın, yaratılmışlara ait olan her türlü noksanlıktan, acizlikten uzak olduğuna, bu mucizevi yolculuğu Habibi’ne sadece katından bir lütuf olarak yaptırdığına işaret eder. Sübhan yüce Allah’ın zatının temizliğini ve kutsallığını ifade eder. Biz, buna sübhaniyyet veya sübbuhiyyet diyebiliriz. Çünkü “sübhan” Allah’ın güzel isimlerinden de olur. “Akşama girdiğiniz vakit ve sabaha erdiğiniz vakit Allah’ı tesbih edin.” (Rûm, 30/17) âyeti “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ı tesbih ediniz “ mânâsı ile emir mânâsına gelir. Bu sûrenin böyle mükemmel ve yüksek bir tesbih ve tenzih ile başlaması, daha sonra zikredilecek hayret verici işlerin önemi ile ilgilidir.
Mescid-i Aksa’nın “etrafının mübarek kılınması” ise hem maddi hem de manevi yöndendir. Cenab-ı Hak o bölgeleri coğrafi olarak münbit, verimli ve bereketli kılmıştır. Orada ırmaklar akmakta ve her türlü ürün bol bol yetişmektedir. İkinci olarak Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya kadar pek çok peygamber bu bölgelerde vazife yapmış, çoğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Nihayet Rasulullah (s.a.v.)’in mucizevi bir yolla buraya getirilmesi ve buranın bir müddet müslümanların kıblesi olması bu mübarek yerin manen de ne kadar, feyizli, bereketli ve mukaddes bir mekan olduğunu gösterir.
“Muhakkak ki, ancak o, herşeyi işiten ve herşeyi görendir.” Tefsircilerin çoğu, bu zamiri yüce Allah’a işaret etmek üzere tefsir etmişler ve meâlini şöyle açıklamışlardır: O noksan sıfatlardan münezzeh zattır ki, ancak o, kulunun gizli ve açık bütün hallerini gerçek anlamda gören ve haberdar olan ve bundan dolayı, bu yüksek makama ehil ve layık olduğunu bilendir. Onun için bu makamı ona tahsis etmiş ve ona bu şekilde ikramda bulunmuştur.