9.Osmanlı Padişahı, 88. İslam Halifesi, Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı) Yavuz Sultan Selim 1470 yılında Amasya’da doğdu. Babası II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliğinden Gülbahar Hatun’dur. Yavuz Selim, babası II. Bayezid tarafından 1491-1512 yılları arasında Trabzon Sancakbeyi olarak görevlendirilmiş ve 1512 yılında babası II. Beyazıt devlet yönetimini oğlu Yavuz Selim’e bırakmıştır .
Bir oğlu (Kanuni Sultan Süleyman) ve dört kızı olan Sultan Selim, 22 Eylül 1520 tarihinde, “Aslan Pençesi” denilen bir çıban yüzünden henüz elli yaşında iken vefat etti. ,
Sultan Selim, Safevi Devleti sorununu ortadan kaldırm
ak amacıyla İran seferine çıktı ve Çaldıran’da yapılan savaşta Safevilere galip geldi. İran Seferi, Memlük ve Safevilerin müttefik olmalarına neden oldu. Ayrıca Yavuz'un Safeviler'e karşı sefere çıktığını duyan Memlük Sultanı ordusunu Osmanlı sınırına kaydırdı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Dulkadiroğlu Beyliği'ne son verilmesi, Osmanlılar ile Memlüklüler arasındaki ilişkileri kötüleştirdi.
1516 yılında Sadrazam Hadim Sinan Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusunun Suriye’den geçmesine Memluklerin izin vermemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim 5 Haziran 1516 tarihinde Mısır seferine çıkmış, Osmanlı Ordusu 27 Temmuz 1516 tarihinde de Mısır sınırına dayanmıştır.
Bu sefer esnasında Memluk Sultanlığına bağlı Antep ve Besni kaleleri birer gün arayla teslim olmuştur.
Ancak, asıl savaş 24 Ağustos 1516’da Halep yakınlarındaki Mercidabık ovasında gerçekleşti. Memlük ordusu Osmanlıların top atışlarına daha fazla dayanamamış ve yenik düşmüştür.
Kudüs'ün Fethi
Sultan Selim, Halep'ten sonra Şam üzerine yürüdü ve burayı da kolaylıkla zaptetti. Yavuz’un hedefi şimdi Mısır’dı. Ancak başta Kudüs olmak üzere Filistin’in önemli şehirleri hâlâ Memlüklü idarecilerin hâkimiyetindeydi. Mısır yolunu emniyete almak amacıyla Filistin topraklarının fethi için Yavuz, Vezir-iâzam Sinan Paşa'yı görevlendirdi. Sinan Paşa kısa zamanda Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs’ü fethetti..
Yavuz Sultan Selim, 31 Aralık 1516 tarihinde Kudüs’e gelmiştir. Yavuz'un şehre gelişi sırasında Kudüs'ün tüm ruhanîleri padişahı şehrin dışında büyük bir saygıyla karşıladılar. Yavuz, şehrin tam karşısında otağını kurdurttu. Bu sıralar ikindi vaktiydi. Padişah akşam namazını Mescid-i Aksa'da kılacağını söyledi. Bunun üzerine görevlilere haber gönderildi. Kur'an'ın sitayişle bahsettiği bu kutsal mabed 12.000 kandille aydınlatılır. Padişah bu kutsal kente namaz vaktinden önce girer. Önce Kubbetü's Sahra'da Rummân Davud (a.s.) ile Nahl-i Hamza (r.a.) ziyaret eder. Sonra Hacer-i Sahra'yı tavaf eder. Daha sonra Kubbe-i Sahra'nın altına iner ve burada iki rekât hacet namaz kılar. Buradan akşam namazının edası için Mescid-i Aksa'ya geçer. Görevliler, padişahı kokulu mumlarla karşılarlar. Sultan, burada akşam namazını edâ ettikten sonra biraz dinlenir. Daha sonra burada iki rekât hacet namazı kılar, dualar eder. Yatsıyı da eda ettikten sonra otağına döner.
Sultan, ertesi sabah binlerce koyun ve deve kurban ettirir. Kubbe-i Sahra'yı ziyaret eder ve Mescid-i Aksa'da iki rekât hâcet namazı daha kılar. Daha sonra şehri gezer, Kudüs halkına ihsanlarda bulunur. 1 Ocak 1517'de, Mısır seferine devam etmek için Kudüs‘ten ayrıldı ve ardından Gazze’yi fethetti. Mercidabık Muharebesi’nden sonra Memlûk Sultanlığı’nın başına geçen Tomanbay, Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürtmüştü. Yavuz Sultan Selim ordusuyla birlikte Sina Çölü’nü 13 gün içinde (3 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridaniye’de Memlûk Ordusu ile karşılaştı ve 22 Ocak 1517’de Ridaniye Zaferi kazanılarak Kahire başta olmak üzere Mısır fethedildi. 4 Şubat 1517’de ise Sultan Selim törenle Kahire’ye girdi ve “Yusuf Nebi Tahtı”na oturdu.
Halifeliğin Devri
Mısır seferi sonrasında kutsal toprakların Osmanlı hakimiyetine girmesiyle beraber 29 Ağustos 1517 tarihinde halifelik Osmanlılara geçmiş, ayrıca Kutsal Emanetler de İstanbul’a getirtilmiştir.
Yavuz Sultan Selim Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlük halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devralmıştır.
Kutsal toprakları Osmanlı sınırlarına kattığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiştir.
Mısır’ın fethiyle birlikte, Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz‘in ve Baharat yolu‘nun tek hakimi olmuş, Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır.
Osmanlı Padişahı gerek Suriye’nin ve gerekse daha sonra Mısır’ın fethi sırasında bölge halkına son derece cömert davranmıştır. Bu bölgenin halklarının müslüman olduğu düşünülürse durum tabii karşılanabilir. Ancak, bu durumun gayr-i müslim halk içinde aynı olduğu apaçık görülmektedir. Sultan Yavuz’un Kudüs’te Kudüs Ermeni Patriği'nin şahsında hristiyanlara verdiği Nişan-ı Hümayûn metni günümüz Türkçesi ile şöyledir:
"Nişân- Hümayûn,
Yüce Allah ve Peygamberine hamd ile Kudüs'e gelip, Safer ayının yirmi beşinci günü fethedilip, Ermeni toplumunun patriki olan Serkis adlı rahip, diğer bütün rahipler ve halk ile birlikte gelip benden yardım ve ihsan dilediler. Eskiden beri bazı şartlarla kendilerinde olan kilise, manastır ve diğer kutsal yerleri, Kudüs'ün içinde ve dışında bulunan kilise ve ibadethaneleri, eskiden hangi şartlarla ellerinde bulunuyorsa, yine aynı şekilde devam etmek üzere Ermeni toplumuna patrik olanlar sahip olacaklardır. Hazreti Ömer -Yüce Allah ondan razı olsun- hazretlerinin verdiği nâme ve Melik Selahaddin zamanından beri verilen emr-i şerifler gereğince sahip bulundukları Kamame, Beytü'l- Lahm Mağarası ve kuzey tarafındaki kapı, büyük kiliseleri olan Mar Yakub, Deyr-i Zeytun, Habsü'l-Mesih ve Nablus ve kiliselerine bağlı mezhepdaşlar olan Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, Mar Yakub Kilisesinde oturan Ermeni patrikleri tarafından sahip olunup, başka toplumlardan hiçbir kimsenin karışmaması için bu nişân- hümayûnu verdim.
Emrim budur ki söylenilen şekilde hareket edilip, adı geçen büyük kilise Mar Yakub'da oturan Ermeni patrikleri, Kudüs'ün içinde ve dışında bulunan kiliseleri, manastırlar ve diğer kutsal yerleri ile kendilerine bağlı mezhepdaşlar ve yamaklar Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, gelenekleri üzere sahip olacaklardır. Ortaya çıkan işlerine, atama, görevden alma ve vakıflarıyla ilgili konularına, metropolit, piskopos, ruhban, papaz ve yardımcıları ile diğer Ermeni halkının miraslarına el koyabileceklerdir. Eskiden beri olduğu gibi Ermeni toplumu patriklerine, ellerinde olan kilise, manastır, mabet ve diğer kutsal yerlerine, kendilerine bağlı mezhepdaşlar ve yamaklarına, başka toplumlardan hiç kimse karışmayacaktır.
Diğer Fermanlar
Kamame Kilisesinin ortasında bulunan türbe, Kudüs'ün dışında bulunan Meryem Ana mezarı, Hazret-i İsa'nın - duâ ve selam onun üzerine olsun- doğduğu Beytü'l-Lahm Mağarası, kuzey tarafındaki kapının anahtarı, Kudüs'ün içinde Kamame kapısında iki şamdan ve kandilleri, yaktıklar mum ve buhurları, Kamame içinde inançlar üzere ateş ve mum çıkarıldığında kendilerine bağlı olan mezhepdaşlarının türbe içine girip çevresinde dolanmaları, kapı içinin alt ve üstünde iki pencere, içeride bulunan mabet ve kutsal yerleri, Su Kapısı, Kamame avlusunda bulunan Mar Yuhanna Kilisesi, dışarıda Mar Yakub Kilisesi yakınındaki Habsü'l- Mesih ve diğer manastırlar, mezarlıklar ve mezarlar, Beytü'l-Lahm mağarası yakınında bulunan odalar ve misafir evleri, bağ, bahçe ve zeytinlikleri ve sözü edilen bütün kilise, manastır, mabet ve kutsal yerleri, kendilerine bağlı mezhepdaşlar ve diğer emlâk ve eskiden beri sahip oldukları şeyler, belirtildiği üzere Ermeni toplumu ve patrikleri elinde ve tasarrufunda olacaktır. Kiliseleri ve kutsal yerleri ziyarete gelen Ermeni toplumu "Zemzem" denilen su yerine, panayırlarına ve diğer mabed ve kutsal yerlere vardıklarında, devletin yönetim görevlilerinden ve başkalarından hiç kimse karışmayacak ve rahatsız etmeyecektir.
Tuğrama Güvensinler
Bugünden sonra, ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere verilen nişân-ı hümayûn gereğince hareket edilip, başka toplumlardan hiç kimseyi karıştırmayıp, bu konuda çocuklarımdan, vezir-i azâmlardan, sulehâ-i kiramdan, kadılardan, beylerbeyi, sancakbeyi, mîrmîrân ve voyvodalar, beytü'l-mal ve kassâm görevlileri subaşılar, zaimler, tımar sahipleri, mübaşirler, âmiller, iş erleri, mal sahipleri ve diğer kapım kullarından ve başkalarından özet olarak, küçük ve büyükten, yaratılmış hiçbir fertten, ne olursa olsun her ne suretle olursa olsun, her ne sebeple olursa olsun, karışmayacak, rahatsız etmeyecek, değiştirmeyecek ve bozmayacaktır. Her kim karışır, rahatsız eder, değiştirir ve bozarsa, hükümdarların yardımcısı olan Allah'ın katında suçlular takımından sayılsınlar. Şöyle bilinsin; hazineler açan hükmümü, âlemi süsleyen ak tuğra ile parlak ve bezenmiş görenler, kutlu anlamını doğru ve anlatmak istediğimizi onaylamış bilip, şerefli tuğrama güvensinler. 9 Kasım 1517".
Nişân- Hümayûn’da da idrak ettiğimiz gibi, hangi dinden olursa olsun, İslam’ın şehri Kudüs’te yaşayan halkların canı, malı, ibadetleri ve ibadethaneleri korunmuş, nice nimetler bahşedilmiştir. Tanınan haklar sadece Kudüs için geçerli olmayıp, Kudüs’ün dışında bulunan kilise, manastır ve diğer kutsal yerler ile buralardaki habeş, kıptî ve süryaniler için de geçerlidir. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’e girişi, gayr-i müslim halka bahşettiği bu imtiyazlar ile, Haçlıların 1099’da Kudüs’e girişleri ile müslüman ve yahudi halkın tümünü kılıçtan geçirmeleri; müslümanlara ait kutsal mekanlar tahrip, hatta bir kısmın helâ yapmaları mukayese edilirse, iki kültür arasındaki insani değerler daha iyi anlaşılır. Yavuz Sultan Selim’in bu fermanından sonra, kendisinden sonra gelen Osmanlı Padişahları, her ihtiyaç duyulduğunda Kudüs ve gayrimüslim halk için yeni fermanlar göndermişlerdir. Bu fermanların ortak özelliği; Yavuz’un neşrettiği fermandan daha detaylı ve daha genişçe haklar vazetmeleridir. Allah onlardan razı olsun.