Kur’ân-ı Kerîm’de, Sebe' sûresi 14. ve 18. ayet-i kerîmelerinin meal ve tefsiri incelendiğinde Beytülmakdis konu edinmiştir.
Sebe' sûresi (34, 14-18)
Sebe' Suresi 14. Ayet-i Kerime
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ
Meali
“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde, öldüğünü ancak asâsını kemiren ağaç kurdu sayesinde anlamışlardı. Süleyman’ın cesedi yere yıkılınca ortaya çıktı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı o aşağılayıcı eziyete katlanıp durmazlardı.”
Tefsiri
Mescid- Aksa yerinin tespiti ve inşaası Hz. Davud (as) ile başlar. Hz. Davud (as) Kudüs’te inşa etmek için başladığı fakat bitiremediği mabedin inşasını oğlu Hz. Süleyman (as)’a bitirmesi için vasiyet eder. Hazreti Süleyman (as) Babasının vasiyetine uyarak Kudüs’te Beytü’l- Makdis’i inşa etmiştir. (İslam Ansiklopedisi, 29/ 268-271)
Bu mescidin inşasında cinleri de çalıştırmış ve Hz. Süleyman (as) ölümüyle, cinler bu durumu anlamamış ve başlarında Hz. Süleyman varmışçasına çalışmalarına devam etmişlerdir. Hz. Davut (as)’ın inşasına başlayıp oğlu Hz. Süleyman’ın bitirdiği, cinlerin de bilfiil çalıştığı Mabed, Mescid-i Aksa’dır.
Âyetin asıl mesajı âyetin sonunda ifade edilmiştir: Gaybı yalnız Allah bilir, gaybı bildiğini iddia ederek değişik sömürü yollarına başvuranların sahtekârlığını ortaya koyma ve bazı zaafları sebebiyle bu sömürüye konu veya âlet olanların uyanık ve dikkatli davranmaları açısından bu kıssa canlı bir örnek olarak göz önüne getirilmelidir. Ayrıca Râzî’nin işaret ettiği üzere (XXV, 250) âyet, rüzgârın ve cinlerin emrine âmâde kılındığı, muhteşem bir saltanatın sahibi olan Süleyman aleyhisselâm için dahi ölümden kurtuluş olmadığına dikkat çekmekte, herkesi dünya hayatının geçiciliğini unutmamaya davet etmektedir.
Kur’ân Ayetleri Işığında Kudüs (Enbiyâ Sûresi) için tıklayınız
Sebe' Suresi 18. Ayet-i Kerime
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ
Meali
“Bereketli kıldığımız beldeler ile onlar arasında birbirini gören bir çok yerleşim yeri oluşturduk ve bunlar arasında seyahati uygun konaklara ayırdık. "Oralarda geceleri, gündüzleri güven içinde seyahat edin" dedik.”
Tefsiri
Allah Teâlâ’nın Sebeliler’e lutfu sadece çekici güzelliklere sahip bir ülke nasip etmekle sınırlı değildi; bulundukları yer ile Suriye-Filistin bölgesi arasında güvenli bir yol güzergâhının ve çok sık yerleşim yerlerinin oluşmasına, seyahat ve ticaretin nimetlerinden yararlanmalarına imkân sağlanmıştı. Onlar ise bu nimetlerin değerini bilemediler, şımarıklık edip Allah’a isyan yolunu tercih ettiler.
18. âyetin “bereketli kıldığımız” şeklinde çevrilen kısmı hemen bütün müfessirlerce Şam bölgesi olarak gösterilmiştir (Taberî, XXII, 83; Zemahşerî, III, 256; İbn Atıyye, IV, 415); bazıları özel olarak Kudüs’ü zikrederler. (Taberî, XXII, 84)
Bunu “mübarek, kutlu kıldığımız” şeklinde çevirmek de mümkündür. “Belde” ve “yerleşim yeri” anlamlarını verdiğimiz karye kelimesi Arapça’da şehirler ve yer zikredilip oturanlar kastedilmek suretiyle küçük topluluklar için kullanılır. (İbn Atıyye, IV, 415)
Sebe, 15-17. âyetlerin tefsirinde belirtilen güzergâhta büyüklü küçüklü çok sayıda yerleşim yeri bulunuyordu. (yukarıda sayılanlardan başka aradaki diğer yerleşim yerlerinin isimleri için bk. Adolf Grohmann, “Mârib [Ma’rib]”, İA, VII, 322)
“Birbirini gören” anlamını verdiğimiz zâhiraten kelimesinin yorumları şöyle özetlenebilir: Şam’a kadar uzanan yol üzerinde peş peşe gelen yerleşim yerleri (Taberî, XXII, 84); birbirinin görüş mesafesinde; yolcuların kolay görebileceği tarzda yani yol güzergâhı üzerinde. (Zemahşerî, III, 256)
“Bunlar arasında seyahati uygun konaklara ayırmış olduk” şeklinde tercüme edilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: Bir yerleşim yerinden diğerine muayyen, mâkul, kolay varılabilir mesafeler vardı, meselâ yarım günde varılabiliyordu (Râzî, XXV, 252; Şevkânî, IV, 368); birinden yola çıkan kimse azık ve su taşımadan, açıkta yatmadan ve tehlike görmeden diğerine ulaşabilirdi. (Taberî, XXII, 84-85; Zemahşerî, III, 256)
Muhtemelen mola verilen her durakta yolcular için hazırlanmış binalar ve kuyular vardı, yeterli mal ve hizmet üretimi sağlanıyordu ve bu sistemin yürümesi için belirli görevliler vardı. Bu, çevredekilerin oralara gelip yolcu kafileleriyle temas etmesini cazip kılmaktaydı. (İbn Âşûr, XXII, 174)
“Oralarda geceleri, gündüzleri güven içinde seyahat edin” şeklinde çevirdiğimiz cümlede yer alan “geceleri, gündüzleri” kaydı ile ilgili başlıca izahlar şunlardır: İster gece ister gündüz seyahat edin, güvenlik durumu vakitten vakte farklılık göstermez veya geceler ve gündüzler boyu seyahat etseniz güvenlik sorunuyla karşılaşmazsınız (Zemahşerî, III, 256); bir yoruma göre ise burada yerleşim yerlerinin sıklığına işaret edilmektedir. (Râzî, XXV, 252)
Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında, seyahat etme, değişik toplumların kültür ve medeniyetlerine muttali olma, bilgi ve fikir alışverişinde bulunmanın önemini gösteren birçok delil vardır. Bu arada güvenlik içinde seyahat edebilmenin ne büyük nimet olduğuna göndermeler yapılmıştır. (bu konuda bk. Kureyş 106/1-4)
Bu sebeple tefsirlerdeki ortak kanaat dikkate alınarak âyette lafzan yer almayan “güven içinde” kaydı meâle eklenmiştir.
Davamız Kudüs Dergisinin 2.sayısının tamamına ulaşmak için tıklayınız
Kaynaklar
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim Tefsiri
Prof. Dr. Ömer Çelik, Hakk’ın Daveti Kuran-ı Kerim Meali ve Tefsiri
Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri